Uçtu Uçtu Dinozor Uçtu – 1

Temmuz 3, 2007

Evrim Kuramini curuttugunu iddia eden “Yaratiliscilar”, her yil Science, Nature, Scientific American, National Geographic, Discover gibi dergilerde yayinlanan ve Evrim Kuramini , evrimin basamaklarini savunan binlerce bilimsel makaleye ragmen halen “Ama Fosiller oyle demiyor!” gibi surreel soylemlerle bilim insanlarinin karsisina cikmaktadirlar. Yaratiliscilara gore baliklardan amfibianlara, surungenlerden kuslara gecis yapan canlilara ait fosiller bulunamadigi icin evrim teorisi gecersizdir. Onlara gore Archaeopteryx isimli minik dinozor-kus, sadece siradan bir kustur ve oyle yaratilmistir, oyleyse evrim de safsatadir! Ama bilim insanlari kuslarin minik dinozorlardan evrimlestigine dair pek cok kanit bulmus durumdalar. Herhalde “Yaratiliscilar” gunun birinde “Jurassic Park” filmindeki gibi DNA’si ekstre edilerek klonlanan bir Archaeopteryx gordukleri zaman bunun bir dinozor olduguna inanacaklardir..

Evrim Kurami her gecen gun bulunan yeni kanitlarla, gerek molekuler biyoloji, gerekse organizma duzeyinde ele gecirilen yeni bilgilerle guclenirken, “Yaratiliscilar” feryat figan icinde bilimin aslinda Evrimi curuttugunu, Yaratilis Kuraminin ise , “bilim tarafindan” her gecen gun ispatlandigini soylemektedirler. Yontemleri bilimsel olmaktan cok, analojiden ibarettir; hipotezleri “Boylesine kompleks biyolojik sistemlerin ancak bir yaratici tarafindan dizayn edilebilecegi; bir kerede “Ol!” diyerek yaratilabilecegidir!”. Bu Yaraticinin, neden milyonlarca tur yarattigini; (1) neden bu turlerin anatomik ve fizyolojik yapilarini birbirlerine boylesine benzettigini; neden gereksiz milyonlarca bocek, solucan, mikrop, parazit turunu dogaya saldigini; neden dunyadaki meyva sinegi turlerinin yaklasik % 50sini Pasifik’te bir adaya hapsettigini; neden primatlardaki genetik yapiyi birbirlerine boylesine benzer varettigini; neden yarattigi tum dinozorlari, kuslari, surungenleri, memelileri insana olan ofkesi yuzunden Tufan gibi felaketlerle cezalandirip, tum Tufan suresince bir kac milyon turden iki ornegi, pul kolleksiyonu yapar gibi, Nuhun gemisine hapsettigini ve daha binlerce soruyu bilimsel olarak sormak olanagi yoktur; cunku yanit bellidir: “Takdir-i Ilahi!

Evrim Kuramindaki bazi noktalari daha once tartismistik (2). “Yaratiliscilar” artik ellerindeki son kaleleri de kaybetmekte olduklarinin farkina vardiklari icin, pseudo-referanslarla (yalanci referanslar), bilimin soylediklerini carpitarak, yalan soyleyerek, bilimin bulgularini kendilerine gore yorumlayarak ustaca ANTI-BILIM yapma yollarina girmislerdir (2). Archaeopteryx’in ucan bir dinozor olmamasinin Evrim Kuraminin dogrulugu ve gecerliligi acisindan cok fazla onemi yoktur! Hic bir gecis fosili bulunamasa bile bu Evrim Kuramini cokertmez! Fakat “Yaratiliscilar” Archaeopteryx’in “dort basi mamur” “kus olarak yaratilmis!” bir kus oldugunu, Evrimcilerin gecis fosilleri bulamadigini, boylece Evrim Kuraminin coktugunu iddia etmektedirler. Archaeopteryx tam olarak ucamayan, bir planor gibi havada suzulebilen penceli kanatlari olan, tuylu, guvercin buyuklugunde bir surungen, bir dinozordur ve surungenlerden kuslara gecisin iyi bir ornegini teskil eder. Bulunan baska kus-dinozor ornekleri de vardır.

FOSILLER “EVET” DIYOR!

ABD’de bilim ortamlarinda barinamayan ve gorusleri her yerde perisan edilen, “Institute for Creation Research”un (Yaratilis Arastirmalari Enstitusu) direktor yardimcisi Dr. Duane Gish’in”Evolution? Fossils Say No” (4, Evrim mi? Fosiller Hayir diyor!) ve enstitunun direktoru H.M. Morris’in “Scientific Creationism” (5) isimli kitaplari bilim insanlari tarafindan oylesine curutulmustur ki (6, ayrica Yaratiliscilarin yazdiklari kitaplardan bazilarini ve bilim insanlarinin bunlara verdikleri yanitlari gormek icin EK-YAYIN’a bakiniz), artik bu sahislar da kancayi ucuncu dunya ulkelerine ve musluman ulkelere atmislar, oralara giderek “Evrim Kuraminin Bilimsel Olarak Nasil Coktugune” dair, gayri-bilimsel konferanslar vermektedirler. Fosillerin “Evet” dedigi, evrimi destekledigi konusunda ABD’de ve Avrupa’da tonlarca makale ve kitap yazilmistir. Discover, Scientific American, New Scientist, Science, Nature, National Geographic vb. dergilerde her yil evrimin gecerli bir kuram oldugunu savunan, mekanizmalari her gecen gun biraz daha gun isigina cikaran binlerce makale yazildigi halde, bazi seriatci vakiflar yayinladiklari kitapciklarda bir de utanmadan bu dergilere “yanlis atiflarda” bulunmakta ve “EVRIM KURAMININ COKTUGUNU” iddia etmektedirler. Fosiller, “Fosillesmis ve bilimin reddettigi bu dusunme tarzina ” HAYIR demektedirler, evrim kuramina degil!.

Tum canlilarin gecmisi hakkinda, her basamaktaki canlinin fosiline rastlanmasi mumkun degildir. Hicbir fosile rastlamayabilirdik de! Ama elimizdeki fosillerden edindigimiz kanitlar, bilmeceyi birlestirmek icin bize onemli ipuclari vermektedir. Bu yaziyi spesifik olarak ucan-surungenler uzerine kaleme almamin nedeni, Yaratiliscilar tarafindan en fazla saldirilan canlinin dinozor-kus Archaeopteryx olmasidir. Evrim zinciri icinde tum gecis turlerine ait fosiller ve kanitlar bulunmustur. Ornegin Eustropneptoron isimli balik, Labyrinthodont isimli amfibiana evrimlesmistir (7, 8 ;bakiniz, sekil 1-a,b). Amfibianlardan, surungenlere evrimlesmekte olan turler bugun bile mevcuttur (bkz 6-d). Archaeopteryx, Iberomesornis, Eoalulavis, Confuciusornis, Sinornis vb. surungenlerden kuslara evrimlesmeye verilebilecek guzel orneklerdir (10, 11, 12,13 ; bkz sekil 1-a ve , sekil 2

Surungenlerden memelilere gecisin bir ornegi olan Monotreme’lerdenEchidna yumurta ile ureyen bir memelidir, ama memelilerden farkli olarak REM uykusu yoktur (14) . Coelacanth (Latimeria chalumnae) isimli lob yuzgecli balik (sekil 1-c) yaklasik 400 milyon yil once yasamis kemikli baliklara verilebilecek iyi bir ornektir. Bu baliklar , yani rhipidistianlar, batakliklarda hareket edebilmek icin guclu kaslara ve dort ayakli amfibianlarinkine benzer loblasmis yuzgeclere sahiptiler. Rhipidistianlar, solungacla solumalarina karsin, oksijeni atmosferden direk olarak alabiliyor, cigerlerinden gecirebiliyorlardi (diger baliklarda, cigerler yuzme kesesi olarak farklilasmistir). Eskiye ait fosilleri olan ve bugun bile yasayan Coelacanth benzer ozelliklere sahiptir ve sudan ciktigi zaman kisa bir sure yasayabilir, oksijen soluyabilir. Bu nedenle Coelacanth’a “yasayan fosil” denmektedir (15). Baliklarin nasil olustugu, farklilastigi ve cesitliligi ile ilgili yeni gorusler surekli ileri surulmektedir (17, 18)

Baska bir gecis fosiline ornek Seymouria’dir (Bkz, sekil 1-d) ve amfibianlardan surungenlere gecisin iyi bir ornegidir. Surungenlerde amfibianlardan farkli olarak, sert kabuklu amniyotik yumurta vardir, bu embryo’nun diger canlilar ve dogal olaylar tarafindan yok edilmesini onler. Ilk memeliler ise 213 milyon yil once, gec Triassic cagda, ortaya cikmislar, 65 milyon yil once dinozorlarin yok olmasiyla da gezegende artmislardir. Cynognatus, kurt buyuklugunde hem memeli hem de surungen ozellikleri tasiyan bir canlidir, surungenlerden memelilere gecisin bir suru orneginden birisini temsil eder (15) (Bkz. Sekil 1-e). Memelilerin surungenlerden evrimlestigi tum evrim mikrobiyologlari, molekuler biyologlari, paleontologlar ve biyologlari tarafindan kabul edilmistir, sadece mekanizmalar tartisilmaktadir (7, 8, 15, 19). Memelilerde ve daha alt basamaktaki turlerde ki merkezi sinir sisteminin yapisi bile bu evrimlesmeyi kanitlamaktadir, Mc Lean’a gore, beynin temel bolumleri protoreptilian beyin (R-kompleks), paleomamalian beyin ve neomammalian beyinden olusur. Protoreptilian beyin, sinir sisteminin temel cekirdegini teskil eder; ortabeyinin bir kismi, ust spinal kord, basal ganglia, diencephalon’dan olusur. Paleomammalian beyin, temel olarak limbik sistem yapilarindan olusur (hippokampus, amygdala, hipotalamus vb). Neomammalian beyin ise neokorteks ve iliskili yapilaridir (20). Surungenlere, kuslara, amfibianlara ve alt seviyedeki memelilere gidilince, tum bu evrimsel olusumlarin degisik ve benzer izlerine rastlanir (20

Burada yazmaya gerek olmayan daha pek cok gecis fosili vardir, Yaratiliscilarin hipotezleri defalarca curutulmustur (16). FOSILLER EVRIME EVET DEMEKTEDIR VE INSAN DAHIL TUM CANLILARIN DAHA ALT BASAMAKLARDAKI CANLI TURLERINDEN EVRIMLESTIGI BILIMSEL GERCEGIN TA KENDISIDIR (2, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 15, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35)

FOSILLER VE ARCHAEOPTERYX OLMASA EVRIM KURAMI COKER MI?

Yazinin ilerideki bolumlerinde Archaeopteryx’in neden iyi bir gecis surungeni olduguna dair kanitlar sunacagiz. Ama diyelim ki, tum fosiller “muzip bir uzayli” tarafindan kayalarin altina yerlestirildi ve tum fosiller “fos” cikti! Bu bile Evrim Kuramini cokertmez, cunku fosiller, Archaeopteryx, ve diger gecis hayvanlari sadece mekanizmalarin izahi icin gereklidirler! Evrim Kuraminin aksiyomatik yapisinda yer almazlar. Varsayalim ki, henuz hic bir fosil bulamadik; bu tum ara canlilarinin kayboldugunu dogaya karistigini gosterir. Zaten fosillerin bulunabiliyor olmasi bile buyuk bir sansdir.

Bilim ve Utopya Kasim 1998
Dr. Umit Sayin

Reklam

Dünya’da Organik Yaşamın Başlangıcı

Temmuz 3, 2007

EVRIM KURAMI: KIMIN ICIN GERCEK?

Unlu bilim dergisi SCIENCE, 25 Haziran 1999 tarihli sayisini, “Evrim Kuramina ve Evrim Kuraminin Gercekligine” ayirdi (1). Bu sayi icin giris yazisi yazan unlu evrimci Stephen Jay Gould soyle demekte: “Evrim bir gercektir ve ancak gercek bizi bagimsizliga kavusturabilir!” ve Gould eklemekte, “Darwin’in ilk teorileri aciklandigi zaman, aristokrat bir soylu ‘Darwin’in soylediklerinin dogru olmadigini umalim; ama tutun ki dogru, o zaman tum dunyaya yayilmamasi icin dua edelim!’ demisti; ne yazik ki, 21. Yuzyila girerken, bu sahisin soyledikleri cikti: Evrim Kurami dogru, ama dunyanin cogunlugu, en azindan ABD ulusunun buyuk kismi tarafindan bilinmiyor ” (2). Gercekten de, 21. Yuzyila girerken, Evrim Kuraminin gercekligi hakkinda onca yayin yapilmasina, onca kanit bulunmasina karsin, bilim insanlari ile halk arasinda Evrim Kuramini degerlendiris acisindan ucurumlar mevcut. Bu konudaki en buyuk zorluk, oncelikle, Evrim Kurami ile ilgili bazi biyolojik, kimyasal, fizyolojik, paleontolojik bilgilerin anlasilabilmesi icin yogun bir bilim egitimine, detayli anlasilmis bazi kavramlara gereksinim duyulmasi. Ikinci onemli zorluk ise, Evrim Kuramini aciklarken ifade edilen bazi kavramlarin (ornegin milyon yillarda gelisen evrim, dogal seleksiyon, biyokimyasal protobiogenesis vb) gunluk hayatin mantigi ve yasantisi acisindan pek de kolay anlasilamamasi. Bu konuda Amerikan Ulusal Bilimler Akademisinin (National Academy of Sciences) son yayinladigi halk kitabi “Science and Creationism” (Bilim ve Yaratiliscilik), bu konudaki en yetkili agiz tarafindan son noktayi koyuyor ve Evrim Kuraminin bir gercek oldugunu savunuyor (3, 4). Turkiye’de de “Islamci Bilimsel Yaratiliscilarin aktivitelerine ” karsi TUBA ve bir grup bilim insani da bazi aciklamalar yapmisti (5, 6, 7).

ABD’de ve diger Hristiyan ulkelerde oldugu gibi, Turkiye’de de ortaya cikan “Bilimsel Yaratiliscilik” akimlari, bilim ile yaratilisciligi birbirine bagdastirmaya calisiyordu (8); ustelik Evrim Kuramini savunan bilim insanlarina karsi dev bir karalama kampanyasina giriserek, bilim insanlarini sindirmeyi amacliyordu. Bu konuda yazdigim yazilar nedeniyle ben de, diger bilim insanlari gibi buyuk saldirilara maruz kaldim (4, 9, 10). Turk bilim insanlari olarak, gerek halki gerekse diger bilim insanlarini ve aydinlari bu konuda bilgilendirmek konusunda cok ciddi sorumluluklar tasidigimiza inaniyorum. Bu sorumluluklardan birisi, “kendini bilimsel elit zumreolarak gorup, bilimsel yaratiliscilari yanit verilmeyecek kadar kucumsemek yerine”, onlari iddia ettikleri her hipotezde curutmek ve yapmakta olduklari carpitmalari ve bilimsel sahtekarliklari, halkin onunde anlasilir bir dille ve bilimsel kaynaklarla yuzlerine vurmak!

Dunya’da yasamin baslamasi ile ilgili en onemli sorulardan ve problemlerden birisi, primordial (ilk) kosullarda canlilarin ana yapi taslari olan organik molekullerin nasil meydana gelebilecekleri konusuydu. Bilimsel yaratiliscilarin hipotezlerine gore, tum organik madde ve biyolojik yasam bir anda, dogaustu bir gucun “OL!” demesiyle belirli bir hedefe ve cok akilli bir dizayna gore yaratildi. Bilim ise bu konuda farkli bir goruse sahip, ozellikle son yillarda yapilan calismalar dunya’da ilk organik maddenin olusumu konusunda yeni bir bakis acisi getirdi (11, 12, 13, 14, 15).

STANLEY MILLER DENEYINDEN GUNUMUZE
Dunya’da yasamin baslamasi icin, yasamin temel taslari olan organik maddelerin, amino asitlerin ve DNA ile RNA’nin yapisinda var olan nukleik asitlerin bir sekilde dunya ortaminda (okyanuslarda, gollerde, sicak su kaynaklarinin aktigi yerlerde) bol miktarda var olmasi gerekmekteydi. Bu konuda dogru fikir yurutebilmek icin, 4.5 milyar yil once soguyarak, var olan dunya gezegeninin atmosferi ve icerdigi elementler konusunda dogru tahmin yapmak gerekliydi. Bu konudaki ilk tahminleri Oparin (16 ), Haldane (17), Urey (18) yapmislardi. Onlara gore ilk dunya atmosferi metan (CH4 ), amonyak (NH3), su buhari (H2O) ve molekuler hidrojenden (H2) olusmaktaydi. Ilk atmosferde oksijen (O2) bulunmadigi pek cok arastirici tarafindan fikir birligi ile kabul edilmistir. Ama en onemli sorun dunyanin genclik gunlerine ait bilgi alinamamasidir. Bilinen en yasli kayalar olan Gronland’daki Isua kayalari bile 3.8 milyar yil yasindadir. Yaklasik 700 milyon yil- 1 milyar yillik doneme ait hic bir iz, kanit ve bilgi yoktur; bu da ilk atmosfer veya ortam konusunda tahmin yapmayi cok guclestirmektedir. Tahminler, olasi modellere gore yapilmaktadirlar ve spekulasyonlardan ibarettirler. William Rubey (19 ), Holland (20 ), Walker (24) ve Kasting’e (25) gore ise, baslangicta cok az miktarda amonyak mevcuttu; atmosferde baslica karbon dioksit (CO2), nitrojen (N2), su buhari (H2O), biraz da karbon monoksit (CO) ve hidrojen gazi (H2) vardi. Son yillarda bu gorusun bilim ortamlarina hakim olmasina ragmen, kimse 4 milyar yil oncesine gidip, ortamda amonyak olup, olmadigini gozlemlememistir. Ayrica, uzaydan her yil 40 000 ton toz yeryuzune dusmektedir, gerek bu tozda, gerekse uzaydan gelen meteoritlerde HCN (hidrojen siyanit), CO2, Formaldehid, CO (karbon monoksit), amino asitler ve organik maddeler bulunmustur; gunde uzaydan dunyaya 1999 verilerine gore dokulen tozla birlikte 30 ton organik madde dusmektedir (13, 21, 22, 23). Dunya kosullarinda amonyakin ve organik madde sentezinin cok az olmasi durumunda bile organik maddeleri olusturan bilesenlerin ve bizzat organik maddelerin uzaydan yeterli miktarda gelme olasiliklari her zaman vardir. Ilk atmosfer kosullarinda hemen hemen hic oksijen olmadigi hesaba katilirsa, organik maddenin”yaratilmadan” dunya ortaminda ilk gazlar ve cozunmus iyonlardan sentezlenmesi de mumkundur. Oksijensiz donem 2-2.5 milyar yil kadar surmus, siyanobakterilerin atmosfere verdikleri oksijen sayesinde atmosferde ilk dunya canlilari icin bir zehir olan oksijen miktari mavi gezegende artmistir (9).

miller.jpg

Chicago Universitesinde, Harold Urey’in ogrencisi Stanley Miller 1953’te dunyayi yerinden sarsan unlu deneyini gerceklestirdi (26). Urey’in varsayimina uyan (metan, amonyak, hidrojen ve su) gaz kosullarinda, 150-200 bin voltluk akimi gazlarin bulundugu ozel aparattaki karisimdan gecirdi, sonuc cok sasirticiydi pek cok temel organik madde bu enerjinin verdigi etki sonucunda gazlari bir reaksiyonla birlestirmis, Glisin, Alanin, Aspartik asit, Glutamik asit (bu dordu temel amino asitler), Formik asit, Asetik asit, Propionik asit, Ure, laktik asit, ve diger yag asitlerini olusturmustu (26, 27). Deney Pavlovskaia ve Peynskii tarafindan Rusya’da; Heyns, Walter, Meyer tarafindan Almanya’da; Abelson tarafindan ABD’de, cok farkli bilesikler ve gaz ortamlarinda tekrarlandi; oksidasyonun engellendigi ve metan, amonyak ve su buharinin oldugu kosullarda hep amino asitler ve organik maddeler olustu (28); Gabel ve Ponnamperuma, cok farkli enerji ortamlarinda (isi, radyasyon, lineer akseleratorden cikan parcaciklar, mikrodalgalar vb) benzer sonuclar buldular, ayrica bazi seker molekullerini de primordial ortamda sentezlemeyi basardilar (28). Genetik materyeli tasiyan DNA ve RNA’nin temel taslari olan nukleik asitlerin bazilari da ilk atmosfer sartlarinin farkli bicimlerde ele alindigi kosullarda kimyasal olarak sentezlendi ve nukleik asitlerin temel yapi taslarinin primordial ortamda yeterli temel madde ve enerji sonucunda kendiliginden olusabilecegi gosterildi (9, 11, 12, 13, 14, 28, 29, 30).

Yaratiliscilar, ilk dunya kosullarinda amonyak olmadigini, Miller’in ise soguk tuzak denilen bir yontemle amino asitleri elde ettigini, Miller’in kosullarinin bilincli olarak cok yapay hazirlandigini ve sonuclarin bilimsel bir sahtekarlik oldugunu soylemektedirler. Oncelikle Miller’in duzenegi tabii ki yapaydir; ama biyokimya’da yapay olmayan kosullarda kontrollu deney yapilamaz ki; soguk tuzak denilen ve reaksiyon urunlerini sogutan bir duzenek kullanilmis olabilir; ama doga’da bunun bir benzerinin var olmadigini soylemek, ustelik de 3.5-4.5 milyar yil oncesinde gelisen olaylardan cok emin ifadelerle bahsetmek ancak, Yaratiliscilar gibi bilimi ayaklar altina alan, cikaracaklari sonuclara onceden fikse olmus insanlarda gorulebilen bir dusunce hatasidir. Ornegin okyanuslarin tabanlarindaki sicak su kaynaklarinin birden soguyarak okyanusa karismasi bahsedilen “soguk tuzagi” dogal kosullarda olusturabilir; dogadaki bugun tahmin edilemeyen pek cok yapi bunu meydana getirebilir. Nitekim, sadece sicak su kaynaklarinda mevcut bu isinin bile sig okyanus sahillerinde suda cozunmus amonyum (NH4), metan (CH4), karbon dioksiti (CO2) (veya su yuzeyindeki atmosferdeki gazlari da katarak) reaksiyona sokabilecegini gosterir. Organik maddelerin ve ilk yasamin denizlerdeki, gollerdeki, volkanik ortamlardaki sicak su kaynaklarinin bulundugu yerde olustugu konusunda pek cok fikir de ortaya surulmustur (12, 21, 30 ).

Ortamda amonyakin cok az olmasi kosullarini Miller tekrar irdelemistir (21). Primordial kosullarda, atmosferin redukleyici (elektron kazandirma) ozellikte oldugu dusunulmektedir, ama kesinlesmis bir bulgu yoktur. Atmosferde varolan amonyak’in bir kisminin amonyum (NH4 ) iyonu olarak okyanuslarda cozunecegi bilinmektedir (29); atmosferde cok az miktarda amonyak olmasi kosullarinda bile, su ortamlarinda ya da sicak su kaynaklarinin oldugu, okyanusun sig ve atmosferle bulustugu sahillerde amonyum iyonu, atmosferde cok az miktarda bulunan amonyak, metan gazi ve karbon dioksitle reaksiyona girecek ve organik bilesikleri olusturacaktir (21) . Miller, eser miktarda amonyakin bulundugu ortamlarda yaptigi deneylerde bile organik maddelerin ve amino asitlerin sentezlenebildigini gormustur (21).

Yaratiliscilarin baska bir iddiasi, Miller deneyinde sag elli (D-dextro izomeri) ve sol elli (L-levo izomeri) amino asitlerin esit miktarlarda sentezlendigi, halbuki yasamda gorulen 20 cesit amino asitin tumunun sol elli oldugu, oyleyse organik maddenin ve canli yasamin belli bir amacla ve dizaynla yaratilmis olmasi gerektigidir. Oncelikle, 1993’te Arizona State Universitesinden John R. Cronin uzaydan gelen meteoritlerde ve donmus tozda daha fazla L-aminoasitlerine rastlandigini ispatlamistir (13); bu, dunyada varolan ve amino asitlerle reaksiyona giren maddelerin zamanla sol elli amino asitleri tercih etmesini saglayabilir (13). Ikincisi, molekuler yapilardaki zayif kuvvet(weak force) birbirinin ayna goruntusu olan molekullerde (yani izomerlerde) farklidir. Bu bir molekul icin cok ufak bir farktir, ama molekuller bir araya gelince etki buyur. Yani bir molekulun reaksiyona girerken veya suda cozunmus bulunurken icinde bulunan molekuler bag yapma yetenekleri ve belli bir konfigurasyonda dururken gereksimleri olan enerji onlarin doga tarafindan secilmelerini saglamaktadir. Doga tasarruf etmekten yanadir ve genelde en az enerji formunu tercih eder; L ve D formlari arasindaki enerji farki cok az da olsa, yapilan hesaplara gore en az enerji ile durabilen izomer, yaklasik 100 bin yilda dogada % 98 olasilikla baskin bulunan izomer formunu olusturacaktir (31). Ucuncu ve guclu bir olasilik, primordial kosullarda, su anda bilmedigimiz ve ilk dunya kosullarinda var olan ve sol elli amino asitlere baglanamayan bir X maddesinin ozellikle D-(sag elli) amino asitlerle birleserek kelat (cozunmeyen bilesik) olusturmasi ve onlari gol veya okyanus dibine cokertmesidir. Bu ise sol elli amino asitlerin bir anda dogal seleksiyonla artmasini ve dogada daha fazla kullanilabilir hale gelmesini cok kolay saglayabilir. Fakat kimse 4 milyar yil onceye gitmemistir; o gunden bu gune de tek iz kalmamistir; bilimsel yaratiliscilar ne soylerlerse soylesinler, 4 milyar yil onceye ait kesin kanitlarla Evrimcilerin karsisina gelmeden Evrimcilerin hic bir soyledigini curutmus sayilamazlar; ustelik, bilimsel yaratiliscilarin buyuk bir cogunlugu, binlerce kanita ragmen, dunyanin 4.5 milyar yasinda degil, cok daha genc olduguna inanmaktadir (10 bin yil gibi)… Son bulgular, pek cok organik maddenin uzaydan gelen tozda, meteorlarda bulundugunu ispatlamistir. Dunya’da okyanuslarda ve atmosferde amonyum, metan, karbon dioksit, amonyak’tan sentezlenebilen organik maddenin, uzaydan da gelebilecegi NASA’nin arastirmalarinin kesin bir sonucudur (13). Eger gunde 30 ton organik madde uzaydan dusen tozla dunyaya karismaktaysa (kuyruklu yildizlarla, meteorlarla gelenleri saymiyoruz) yilda, (10 uzeri 4) ton (10000 ton) cesitli organik madde dunyada okyanuslara karisir. Bu ilk bir milyar yil icin 10 uzeri 9 x 10 uzeri 4= (10 uzeri 13) ton (10’un yaninda 13 sifir) ya da 10 000 000 000 000 ton organik madde eder. Bu miktarda organik madde, dunyada girdikleri reaksiyonlar da isin icine katilirsa, kesinlikle ilk yasamin tohumlarini atabilir.

Halley, Hale-Bopp, Hyakutake isimli kuyruklu yildizlarda pek cok organik madde oldugu kanitlanmistir (13). Bir kuyruklu yildiz, gunes sisteminin sicak bolgelerinden gecerken, bir kismi erir, gaz ve toz olarak dunyanin (veya basak gezegenlerin) cekimine kapilip, zamanla dunyaya duser. NASA’daki bilim adamlari, ER2 tipi ucakla, yaklasik 62 000 feet yukseklikte bu tozlari toplayabilmektedirler. Scott Sandford, bu partikulleri analiz ettiginde % 50’den fazla organik kokenli karbona rastlamistir (13). Meteoritlerde ise, ketonlara, nukleobazlara, quinonlara (klorofil benzeri yapilarda yer alir), karboksilik asitlere, ve 70 farkli cesit amino asite rastlanmistir. Dunya’daki yasantida kullanilan amino asit sayisi ise sadece 20’dir, yani uzay bize ihtiyacimiz olandan cok daha fazlasini hediye etmektedir ! (13)

DUNYADA ORGANIK YASAMIN BASLAMASI UZAYDAN GELEN ORGANIK MADDE
Son bulgular, pek cok organik maddenin uzaydan gelen tozda, meteorlarda bulundugunu ispatlamistir. Dunya’da okyanuslarda ve atmosferde amonyum, metan, karbon dioksit, amonyak’tan sentezlenebilen organik maddenin, uzaydan da gelebilecegi NASA’nin arastirmalarinin kesin bir sonucudur (13). Eger gunde 30 ton organik madde uzaydan dusen tozla dunyaya karismaktaysa (kuyruklu yildizlarla, meteorlarla gelenleri saymiyoruz) yilda, (10 uzeri 4) ton (10000 ton) cesitli organik madde dunyada okyanuslara karisir. Bu ilk bir milyar yil icin 10 uzeri 9 x 10 uzeri 4= (10 uzeri 13) ton (10’un yaninda 13 sifir) ya da 10 000 000 000 000 ton organik madde eder. Bu miktarda organik madde, dunyada girdikleri reaksiyonlar da isin icine katilirsa, kesinlikle ilk yasamin tohumlarini atabilir.

Halley, Hale-Bopp, Hyakutake isimli kuyruklu yildizlarda pek cok organik madde oldugu kanitlanmistir (13). Bir kuyruklu yildiz, gunes sisteminin sicak bolgelerinden gecerken, bir kismi erir, gaz ve toz olarak dunyanin (veya basak gezegenlerin) cekimine kapilip, zamanla dunyaya duser. NASA’daki bilim adamlari, ER2 tipi ucakla, yaklasik 62 000 feet yukseklikte bu tozlari toplayabilmektedirler. Scott Sandford, bu partikulleri analiz ettiginde % 50’den fazla organik kokenli karbona rastlamistir (13). Meteoritlerde ise, ketonlara, nukleobazlara, quinonlara (klorofil benzeri yapilarda yer alir), karboksilik asitlere, ve 70 farkli cesit amino asite rastlanmistir. Dunya’daki yasantida kullanilan amino asit sayisi ise sadece 20’dir, yani uzay bize ihtiyacimiz olandan cok daha fazlasini hediye etmektedir ! (13)

Daha ilginc bir bulgu ise Louis Allomandola’nin uzay kosullarinin simulasyonunu yaptigi deneylerden gelmistir (13, Bununla ilgili Scientific American’daki Temmuz 1999, resimleri kullanabilirsiniz). Bu deneyler cok dusuk isilarda ve sicakliklarda, ultraviyole radyasyonunun kimyasal baglari yikabilecegini; hatta icinde donmus metanol ve amonyak (uzayda bulundugu oranda) bulunan buzlasmis toz kitlelerinde, ultraviyole isinlarinin ketonlari, nitrilleri, eterleri, alkolleri, hatta heksametilentetramini (HMT) olusturabilecegini gostermistir. HMT asidik ve ilik ortamda amino asitleri olusturur. Bu deneyler son yillarda gerek NASA, gerekse universitelerdeki bilim insanlari tarafindan tekrarlanmis benzer sonuclar bulunmustur (13). Bu su demektir: uzayda donmus buz kitleleri olarak seyahat eden molekuller statik degillerdir; uzaydaki farkli isinlarin ve ultraviyole enerjisinin etkisiyle surekli iclerindeki kimyasal yapi degisime ugramaktadir, bu degisim, ozellikle daha yuksek isili, isinli ve enerjili gunes sistemi bolgelerine girince artmaktadir. Yani gerek uzaya dagilan tozlar, gerek meteorlar, iclerinde dunya gibi uygun kosullara sahip gezegene ulasinca yasamin temel taslarini olusturacak tum bilesenleri, organik maddeleri fazlasiyla tasimaktadirlar. Ustelik 4.5 milyar yillik dunya tarihini, kolay anlayabilmek icin, 1 saatlik bir zaman dilimi olarak alirsaniz, doga ilk 55 dakikayi, bu temel yapi taslarini ve tek hucreli yasami olusturmak icin harcamis, geri kalan bes dakikada da diger tum bitkileri, cok hucreli organizmalari meydana getirmistir.

SONUC: Dunya’da organik yasamin baslamasi icin, buyuk olasilikla temel yapi taslari hem uzaydan gelmis hem de milyarlarca yilda, uzaydan gelenlerin de etkisiyle dunyada okyanuslarda, sicak su kaynaklarinin okyanusa karistigi yerlerde, batakliklarda, volkanik yapilarin okyanusla birlestigi yerlerde vb. ortamdaki serbest enerji sayesinde sentezlenmislerdir. Amino asitler, nukleik asitlerin yogunlastigi ortamlarda thermal proteinler ve RNA, oto-katalitik RNA buyuk olasilikla ilk genetik bilginin sekillenmesinde rol oynamislardir (11, 12, 14, 30) . Burada su temel unsurlar unutulmamalidir: 1) Bahsedilen sureler insan zekasinin kavrayabilecegi surelerin cok otesindedir. Bahsedilen sureler, milyon degil, milyar yillardir. Dort milyar yil, 50 yillik bir insan jenerasyonu goz onune alinirsa yaklasik 80-100 milyon jenerasyon demektir. Homo sapiensinortaya cikisindan beri ise sadece yaklasik 500 jenerasyon gecmistir 2) Dogada kararli yapilarin olusmasi cok zordur. Belki bir tek kararli yapinin olusmasina karsi, binlerce katrilyon kararsiz yapi bozunup gitmektedir; biz bilgiyi bu gune kadar gelebilen kararli yapidan alabilmekteyiz; kararli yapilarin gelismesini saglayan reaksiyon ve biyolojik olay sayisi ise neredeyse sonsuzdur .

Dr. Umit Sayin
Cumhuriyet Bilim ve Teknik Dergisi

Kaynakça:

1) Science, 25 Haziran, 1999, 284 (5423):2045-2220.
2) Ibid., pp: 2087.
3) NAS, “Science and Creationism: A view from the National Academy of Sciences”, 1999, National Academy Press.
4) Umit Sayin, “ABD’de Bilimsel Yaratiliscilibgin Coküsü”, Bilim ve Ütopya, Aralik 1998.
5) TUBA bülteni, 10:2, 1998. Ayrica TUBA’nin web sayfasina (http://www.tuba.org.tr) bakabilirsiniz.
6) “Kamoyuna Duyuru” (Birinci Bildiri), Cumhuriyet Bilim ve Teknik, 7 Kasim 1998.
7) “Bilime Gerici Saldiri” (Ikinci Bildiri), Cumhuriyet Bilim ve Teknik, 30 Ocak 1999.
8 ) Harun Yahya, “Evrim Aldatmacasi”, Vural Yayincilik, 1997.
9) Ümit Sayin, “Yaratilmayis: Yasam Nasil Basladi”, Bilim ve Ütopya, Ekim 1998.
10) Ümit Sayin, “Uctu Uctu Dinozor Uctu”, Bilim ve Utopya Kasim 1998.
11) Albert Eschenmoser, “Chemical Ethiology of Nucleic Acid Structure”, Science, 25 Haziran, 1999, 284 (5423):2118-2123.
12) Andre Brack, editor, “The Molecular Origins of Life”, Cambridge University Press, 1998.
13) Max P. Berstein, Scott A. Sandford, Louis J. Allamandola, ” Life’s Far-Flung Raw Materials”Scientific American, Temmuz 1999, 281:42-49.
14) Leslie E. Orgel, “The Origin of Life on Earth”, Scientific American, Ekim 1994, 271:76-83.
15) Gerald F. Joyce, “Directed Molecular Evolution” Scientific American, Aralik 1992, 267:90-97.
16) A.I. Oparin, “Origin of Life”, Mc Millen, New York.1938
17) J.B.S. Haldane. “Origin of life”, Rationalist Annual, 1929
18) H.C. Urey. “On the early chemical history of the earth and the origin of life”, Proc. Natl. Acad. Sci., 1952.
19) W.W. Rubey, “Development of the hydrosphere and atmosphere, with specail reference to probable composition of the early atmosphere”. In Crust of the Earth, ed. A. Poldervaart HDpp:631-650,1955.
20) H.D. Holland, “The chemical evolution of the atmosphere and oceans”. Princeton University Press, 1984.
21) Stanley Miller, ” The Endogenous Synthesis of Organic Compounds”, [ Andre Brack, editor, “The Molecular Origins of Life”, Cambridge University Press, 1998.] isimli kitapta. sayfa: 59-85
22) C.F. Cyba, C. Sagan, ” Endogenous production , exogenous delivery and impact-shock synthesis of organic molecules: an inventry for the origins of life”, Nature, 355:125-132, 1992.
23) C.F. Cyba, P.J. Thomas, L., L. Brookshaw, and C. Sagan. ” Cometary delivery of organic molecules to the early Earth”, Science, 249:366-373, 1990
24) J.C.G. Walker , “Evolution of atmosphere”, Macmillen: New york, 1977
25) J.F. Kasting. ” Earth early atmosphere” Science, 259:920-926, 1993..
26) S.L. Miller, “Production of amino acids under possible primitive Earth conditions” Science, 117:528-529, 1953.
27) S.L. Miller, and H. C. Urey, “Organic compound synthesis on the primitive Earth”, Science, 130:245-251, 1959.
28) Cyril Ponnamperuma, “The Origins of Life”, Thames and Hudson, 1972.
29) J.L. Bada and S.L. Miller, “Ammonium ion concentration in the primitive ocean” Science, 159:423-425, 1968.
30) Richard Montanesky, “The Rise of Life on Earth”, National Geographic, Mart 1998. S: 54-81.
31) Ian Stewart, “Nature’s Numbers”, Basic Books, New York, 1995.

ARCHAEOPTERYX

Temmuz 3, 2007

ARCHAEOPTERYX
Bu yazinin kahramani Archaeopteryx eger 20. Yuzyilda boylesine meshur olacagini, bilim insanlarini boylesine ugrastiracagini bilseydi ve dusunebilseydi herhalde bize kendisi hakkinda daha fazla ipucu birakirdi! “Eski kanat” anlamina gelen Archaeopteryx ‘in ilk fosili, Darwin’in “Origin of Species by Means of Natural Selection” isimli kitabi yayinlandiktan iki yil sonra, 1861’de Bavyera’da Solnhofen kirec tasi havzasinda bulunmustur. O gunden bu yana, ayni alanda toplam 6 Archaeopteryx fosili ve bir de tuy bulunmustur. Bu fosillerin olusmasi tamamen dev bir tesaduftur, buyuk olasilikla 150 milyon yil once, bugunku Almanya civarinda ucusmaya calisan Archaeopteryx’leri, guclu bir ruzgar buradaki tuzlu lagoona (gol) getirmis ve ortamda tesadufen olan kirecten zengin sedimentler zamanla kahramanlarimizi fosillestirmistir. Kirectasinda bulundugu icin ismine Archaeopteryx litographica denmistir. Archaeopteryx bilinen en eski kus fosilidir, ama bu ondan daha once baska atalari veya surungen-kuslar olamayacagini gostermez (10, 11, 30).

ARCHAEOPTERYX

Seriatcilar ve Yaratiliscilar tarafindan en fazla saldirilan fosil Archaeopteryx’dir. Duane Gish ve onun Turkiye’deki hayrani Yaratiliscilar, Archaeopteryx’in bir surungen degil, siradan bir kus oldugunu ve oyle yaratildigini, bugun bile pence-kanatli baska kuslar oldugunu, pencelerinin ve dislerinin olmasinin Archaeopteryx’i bir surungen yapamayacagini iddia etmektedirler. Evrim biyologlari ve paleontologlar ise tamamen zit gorustedirler ve Yaratiliscilari defalarca curutmuslerdir (8, 9, 10, 11, 13, 15). Herseyden once surungenler tum yasantilari boyunca buyumeyi surdururler; kuslar ise, cok hizli olarak eriskin hale gelirler. Surungenlerde, iskeletin buyume merkezi bosluklu kemiklerin govdesidir, kuslarda ise bu, epifiz isimli kartilajli uclarindadir. Archaeopteryx’in hic bir kemiginde bosluklu kemige ait iz bulunamamistir (10), kemik yapisinin gelisimi kuslarinkini andirmaktadir. Ayrica penceli kanadinda ve kuyrugunda tuylerinin olmasi da kuslarda bulunan bir ozelliktir, tuylerin surungenlerdeki pulcuklardan evrimlestigi dusunulmektedir. Archaeopteryx’in tuyleri asimetrik ve aerodinamik bir form gostermektedir, ucamayan devekusu gibi hayvanlarin tuyleri ise daha simetrik bir yapi gosterir. Bu ozelligi ile de Archaeopteryx kuslara yakindir.

archaeopteryx

Archaeopteryx’in elimizdeki 6 fosilinde sternuma (gogus kemigi) rastlanamamistir, var olsa bile cok kucuk olma ihtimali vardir (bkz sekil 2-B-C-H), halbuki kuslarda aerodinamik yapiya uygun, ucus sirasinda ic organlari koruyan yassi bir sternum mevcuttur. Buraya ucmayi saglayan pektoral kaslar (gogus kaslari) baglanir. Archaeopteryx’in benzeri kuvvetli pektoral kaslari olduguna dair kanit vardir (10), ama bu kaslar sternum yerine abdominal (gastral) kaburgalara tutunmaktadir. Gastral kaburgalar, ince balik kemigi gibi yapilardir ve amfibianlarda, timsahlarda, kertenkelelerde de mevcuttur. Archaeopteryx’in iyi bir ucucu kus olmadigini gosteren kanitlar vardir; iyi ucucu kuslarda hava kesecikleri akcigerlerden kemiklere kadar uzanip baglanirlar, boylece ucus sirasinda harcanan enerjinin saglanmasi icin oksijen gereksinimi karsilanmis olur.Archaeopteryx’de boyle hava keseciklerinin olmadigi gosterilmistir. Ayrica Archaeopteryx’in uc parmakli eli , kanat kismi ile butunlesmistir, ama kuslarda gordugumuz el kemiklerinin birbirine kaynayarak olusturdugu tek kemik yapi henuz gelismemistir (10, 11). Bu da kolun kanatlari destekleme miktarini azaltir (bkz sekil 2). Ayrica kol kemigi ulna kuslarinkinin aksine cok duzdur, halbuki kuslarda tuyler daha egrilerek alanini arttirmis olan ulnadaki cikintilara tutunurlar; yani Archaeopteryx’de tuyler kemige kadar ulasip, kemige tutunmamaktadirlar. Bu nedenlerle Archaeopteryx’in agaclara tirmanip, oralardan planor gibi suzulen, veya kanat cirparak yerden kisa sure havalanan bir dinozor oldugu dusunulmektedir.

Archaeopteryx neden dinozordur? Archaeopteryx, iskelet sistemi acisindan surungenlere ve dinozorlara benzemektedir. Ayni Compsognathus (ve diger Theropoda’lar ) gibi iki arka ayaginin uzerinde, one dogru egimli durmaktadir. Bu postur ve iskelet yapisi, kuslarinki ile celismektedir. Archaeopteryx’in 23 kuyruk vertebrasindan olusan esnek kuyrugu Triassic ve Jurassic donemlerinde gorulen kuyruklu ucan saurianlarda mevcuttur. Bu kuyruk, hayvanin kosarken veya ucmaya calisirken, ani yon degistirmelerine yardimci olmaktadir. Ayrica agirlik merkezi de Archaeopteryx ile kuslarda cok farklidir ve bu fark Archaeopteryx’in kuslar kadar bagimsiz, rahat ucamayacaginin en bariz kanitlarindan birisidir. Modern kuslarda bu kuyruk ufalmis ve tek bir kemik halinde kaynamistir. Ayrica dislerinin olmasi ve agzinin bir gagadan cok, disli bir dinozor agzina benzemesi, beslenmesi icin gerekli olan ve Theropoda atalarindan kalan bir ozelliktir. Modern kuslarda gaganin icerisinde sivri, dinozor disleri mevcut degildir.
Surungenlerde ayaktaki metatarsal kemikler birbirinden ayridir, modern kuslarda bu metatarsal tek kemik olarak kaynamistir. Archaeopteryx’den once olusmus ve anatomik olarak Archaeopteryx’e cok benzeyen Compsognathus’da ayaktaki metatarsal ayridir, Archaeopteryx’de ise bu metatarsal yari olarak kaynamistir, yani Archaeopteryx ayak metatarsallari olarak ne bir kusa, ne de bir surungene benzemektedir (bkz Sekil 2-B-C). Ama Archaeopteryx’in ayaklari, Therepoda atalarina benzemektedir: uc uzun ayak parmagi, bir de geri giden kisa parmak. Keskin tirnaklari olan bu ayaklarin anatomik yapisi, Archaeopteryx’in ayaklarini kullanarak avlandigini ve agaclara tirmandigini gostermektedir. Archaeopteryx buyuk ihtimalle daha buyuk dinozorlardan kacmak icin agaclara tirmanan ve agaclardaki boceklerle beslenen bir dinozor-kustu; pek kuslasmamis (!) kanatlari ise onun agac dallarindan agac dallarina atlamasina, suzulmesine yardimci oluyordu. Bir dumen gorevi goren kuyrugu ve guclu pektoral kaslari, agaclardan agaclara ucusarak yasamasina olanak sagliyordu. Calilar arasinda kisa mesafede kanatlarini cirparak ucmasi ve gerek avlanirken, gerekse diger dinozorlardan kacarken ona yardimci oluyordu; kanatlarini yuzlerce milyon yilda evrimlestirmis olmasi da buyuk bir ihtimaldi. Archaeopteryx’in agaclarda yasayan buyuk buyuk torunlari da 65 milyon yil onceki “dinozor apokalipsinden” (apokalips: yokolus) en az etkilenen dinozor torunlariydilar buyuk ihtimalle. Zamanla bugunku kuslara evrimlestiler. Son zamanlarda dunyanin cok farkli yerlerinde bulunan 70-130 milyon yillik kus fosilleri de Archaeopteryx’den kuslara gecis hakkinda cok net kanitlar sunmuslardir (10, 11, 30, 31).

KUSLARIN KOKENI VE DINOZOR-KUSLAR
Yakin gecmise kadar kuslar biyolojinin en gizemli konusuydu, cunku diger canlilardan cok farkli bir yapiya sahiptiler; tuyleri, dissiz gagalari, ici bos kemikleri, ayak penceleri, lades kemikleri (klavikula), derin ve aerodinamik gogus kemikleri, minik kuyrukkemikleri, yon bulma yetenekleri hep bilim insanlarini mesgul etti. Yukarida anlattigimiz gibi Archaeopteryx’in surungenlerden kuslara gecisin ilk orneklerinden biri oldugunun ispatlanmasi bu gizemi bir olcude ortadan kaldirdi. Archaeopteryx fosillerinden beri pek cok gecis donemi kus-dinozoru bulundu (10, 11, 15, 30, 31). Archaeopteryx 150 milyon yasinda olmasina karsin ondan daha eski gecis turlerinin olmasi da olasidir. Ama bu turlere ait izlerin bulunabilmesi cok zordur, belki de hic bulunamayacaktir. Archaeopteryx’in sadece bir dinozor ya da sadece bir kus oldugu varsayilsa bile, bu Evrim Kuramini cokertmez, kaldi ki Archaeopteryx ismiyle , cismiyle bir dinozor-kustur….

Konunun cok uzayacak olmasi nedeniyle burada aciklayamayacagimiz bir cok bilimsel kanit, modern kuslarin arka ayaklarinin uzerinde duran Theropoda isimli dinozorlardan evrimlestigini gostermektedir. Sekil 2-E, F, G, H, I’da verildigi uzere Theropoda (Cleophysis) Tetanurae’den (orn. Allosaurus’dan) onceki bir dinozordur. Allosaurus, Velaciraptor’a, o da kahramanimiz Archaeopteryx’e evrimlesmistir (7, 8, 10, 11, 15, 31). Sekil-3’de bu evrimlesme surecinde bazi kemiklerdeki degisimler izah edilmektedir. Hic unutulmamasi gereken bu evrimlesmenin 100 yil, 1000 yil degil bir kac yuz milyon yil aldigidir. Theropoda’nin evriminde ozellikle on ekstremiteler, pelvis, eldeki bilek kemikleri ve parmaklarda, klavikula’da degisim olmustur, bu degisimin nedenlerinin ve mekanizmasinin belirlenmesi bugunku bilgilerle mumkun degildir, ama 100 yila kadar bu konuda dev adimlar atilacagina kesin gozuyle bakilmaktadir. Theropoda’lar pek cok acidan diger dinozorlardan farklidirlar. Ornegin dinozorlarin yaptigi gibi, bir suru yumurta yumurtlamazlar; sadece kuslar gibi bir iki yumurta yumurtlayip, onlari surekli korumaktadirlar. Oviraptor isimli Theropoda’nin fosili yumurtalari ile bulunmustur (11). 1996 ve 1997’de Cin’de bulunan hindi buyuklugundeki Sinosauropteryx , aradaki bir halkayi daha doldurmustur. Sinosauropteryx, kesinlikle bir kus degildir, ama dinozorlardan da farklidir, Archaeopteryx’in onculu Compsognathus’a benzemektedir. Ikinci bulunan yaratik, Protarchaeopteryx ise gercek tuylere ve tuylu bir kuyruga sahiptir. Ama yakin incelemeler bunun bir Theropoda oldugunu gostermektedir, yani Archaeopteryx’e gecis onculu Theropoda’lar da bulunmaktadir (11).

Ucus olgusu icin iki hipotez mevcuttur. Birinci hipoteze gore, dinozor-kuslar, agaclara avlanmak veya kacmak icin tirmanip, once agactan agaca suzulerek ucmayi ogrenmislerdir; ilk ucuslar planor benzeri, suzulme tarzindadir; sonra diger ucus yetenekleri kazanilmistir. Oteki hipoteze gore, yerde kosarken, avlanirken, kacarken, tuylu kanatlarini cirpistirmislar ve kisa mefaselerde ziplayarak, ucmayi ogrenmislerdir.

FOSILLER VE ARCHAEOPTERYX OLMASA EVRIM KURAMI COKER MI?
Yazinin ilerideki bolumlerinde Archaeopteryx’in neden iyi bir gecis surungeni olduguna dair kanitlar sunacagiz. Ama diyelim ki, tum fosiller “muzip bir uzayli” tarafindan kayalarin altina yerlestirildi ve tum fosiller “fos” cikti! Bu bile Evrim Kuramini cokertmez, cunku fosiller, Archaeopteryx, ve diger gecis hayvanlari sadece mekanizmalarin izahi icin gereklidirler! Evrim Kuraminin aksiyomatik yapisinda yer almazlar. Varsayalim ki, henuz hic bir fosil bulamadik; bu tum ara canlilarinin kayboldugunu dogaya karistigini gosterir. Zaten fosillerin bulunabiliyor olmasi bile buyuk bir sansdir.